Türkiye, son yıllarda ekonomik büyüme oranlarıyla umut veren bir tablo çizerken, bu zenginliğin ardında yatan toplumsal gerçeklik herkesin göz ardı edemeyeceği bir sorun haline geldi: Çocuk yoksulluğu. Zenginlik ile yoksulluk arasındaki uçurum, ekonomik açıdan parlak bir geleceğe sahip olan bir ülkenin gölgesinde yatan derin bir yaradır. Her yıl milyonlarca çocuk, temel ihtiyaçlarını karşılayamadan, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim olmadan büyümekte. Bu durum, toplumun en savunmasız kesimlerinden biri olan çocukları derinden etkileyen bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye, son on yıllık süreçte birçok uluslararası kuruluş tarafından ‘gelişen ekonomi’ olarak tanımlanıyor. Almanya, Fransa ve İtalya gibi ülkeler, Türkiye’nin büyüme potansiyeline dikkat çekerek yatırım yapmaya devam ediyor. Ancak bu zenginliğin istihdam yaratmadığı, gelir dağılımında adaletsizliği artırdığı ve sonuç itibarıyla çocuk yoksulluğunu beslediği gerçeği göz ardı edilemez. Bir yandan lüks alışveriş merkezlerinin ve gökdelenlerin sayısının artması, diğer yandan sokaklarda oyun oynayamayan, eğitime erişim sıkıntısı yaşayan çocuklar arasında bir çelişki oluşturuyor.
2022 verilerine göre, Türkiye’de her 5 çocuktan 1’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu çocuklar, gıda, sağlık ve eğitim gibi temel haklardan mahrum kalırken, aynı zamanda sosyal güvencelerden de uzak kalıyorlar. Eğitimde erişim adaletsizliği, özellikle kırsal alanlarda yaşayan çocukların hayatlarını daha da zorlaştırıyor. Zengin sınıfların çocukları, özel okullarda kaliteli eğitim alırken, yoksul ailelerin çocukları devlet okullarında dahi temel eğitim hizmetlerine ulaşmakta zorluk çekiyor.
Çocuk yoksulluğunun sadece bireyler üzerinde değil, toplum genelinde de derin etkileri vardır. Eğitim eksikliği, iş gücüne katılımda düşüklüğe ve dolayısıyla ekonomik döngünün çarpıklığına yol açabilir. Çocuklar, yeterli eğitim ve beslenmeden yoksun kaldıkça, gelecekte kendi ailelerini de yoksulluk sarmalına sürükleyebiliyorlar. Bu durum, sosyal sınıflar arasındaki eşitsizliği pekiştirerek, zengin ve fakir arasındaki uçurumu daha da derinleştiriyor.
Uzmanlar, çocuk yoksulluğunun önlenmesi için eğitim politikalarının gözden geçirilmesi gerektiğine dikkat çekiyorlar. Özellikle devlet okullarındaki eğitim kalitesinin artırılması, fiziksel altyapının iyileştirilmesi ve ihtiyaç sahibi çocuklara yönelik burs programlarının genişletilmesi gerektiğini vurguluyorlar. Aynı zamanda sosyal yardımların etkinliği de önem arz ediyor. Ailelerin ekonomik durumu göz önünde bulundurularak yapılan yardımların daha etkili bir şekilde tasarlanması, yoksul ailelerin çocuklarının gelişiminde büyük bir fark yaratabilir.
Sonuç olarak, zengin bir ülke olmasına rağmen, çocuk yoksulluğu ile mücadele etmek Türkiye’nin en önemli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir. Bu sorun, yalnızca bireyler için değil, toplumun geleceği için de kritik bir konudur. Ekonomik büyüme yalnızca sayısal verilerle ölçülmemeli; insan odaklı bir yaklaşım benimsenerek, tüm vatandaşların refahı gözetilmelidir. Zenginlik içinde kaybolan çocuklar, geleceğin teminatı olmalı ve her birinin potansiyeline ulaşabilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.
Türkiye’deki çocuk yoksulluğu gerçeği, Dickens romanlarından fırlamış gibi görünse de, bu somut bir mesele olarak toplumsal duyarlılığı artırmayı gerektiren acil bir durumdur. Tüm paydaşların harekete geçmesi, bireylerden devlet kurumlarına kadar herkesin bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi büyük bir önem taşımaktadır.